Nejat Yürür: Fındığın rekabeti Kabuklu'yla başlar

Fındık 19.09.2025 - 05:58, Güncelleme: 19.09.2025 - 06:02
 

Nejat Yürür: Fındığın rekabeti Kabuklu'yla başlar

Ferrero’ya açtığı dava ile adından sıkça söz ettiren ve Ordu’nun en eski fındık fabrikalarından birisi olan Yürür Gıda’nın yöneticisi Nejat Yürür ile Ordu’daki işletmelerinde bir araya geldik. Dünya markası Ferrero ile neden karşı karşıya geldiklerini ve yaşadıkları dava sürecini konuştuk. Yeni sezonun başlamasıyla birlikte canlanmaya başlayan fabrika telaşesenin tam da ortasındayken bizleri kırmayıp Salt Fındık Gazetesi için sorularımızı yanıtladı.

Türkiye’de çeşitli iştirakleri olan Ferrero'ya haksız rekabet yaptığı yönünde dava açtınız. Dava açan iki kurumdan birisi sizsiniz, diğer firma ise Ordu Büyükşehir Belediyesi adına ORTAR oldu. Fındık sektöründe tekelleşmeye yönelik tek başınıza bir donkişotluk yapıyorsunuz, yaptınız. Ferrero’yu Rekabet Kurulu'na neden şikâyet ettiniz, Ferrero’ya yönelik eleştirileriniz ve şikâyet konunuz nedir? Ferrero'nun dedesi ikici dünya savaşı zamanında el arabasında fındık ezmesi, çikolata satarak Ferrero’yu kuruyor... Bugün Ferrero denilen firma dünyanın ilk 8 zengin ailesi arasında. Bunda mutabıkız. Peki, Ferrero Türkiye’de nasıl ticaret yapıyordu? 2014 öncesi ve sonrası diye ayırabiliriz. 2014 öncesi Türkiye'den ithalat yapıyordu. Türkiye'nin ticaretine karışmıyordu. Burada iç rekabet işliyordu. Fındık düşüyordu, çıkıyordu ayrı bir şey. Rekabet şeklinde yürüyordu ticaret. 2014'te Oltan firmasını satın aldı. Oltan’ı satın almasındaki en büyük neden de kabuklu fındık erişiminde çok başarılı olmasıydı. Trabzon’dan düşün ki ahtapot kolları gibi Türkiye’nin her tarafından kabuklu fındık alma kabiliyetine sahip. Böyle bir firmayı hem de değerinin çok üstünde bir fiyata satın aldı. Peki, neden aldı sizce? Çünkü o ahtapot kolları gibi tüm Türkiye’yi sarmış, köylüye yani müstahsile kadar ulaşabiliyordu. Türkiye'deki manav sistemine hâkimdi. Bu sistemi ele geçirmek için Oltan firmasını satın aldı. Oltan firmasının teknolojisini değil, piyasasını satın aldı, altyapısını satın aldı. Oltan’ı satın alarak Türkiye'de yerleşik düzene girdi. Ordu'da bir fabrika, Trabzon'da bir fabrika, Akçakoca'da bir fabrika. Üç tane fabrika edindi. Bu üç fabrikanın aşağı yukarı kapasitesi Türkiye'nin fındığını kıracak kapasiteye ulaştı. Yani Oltan'ın elindeki fabrikalar Türkiye'nin fındığını kıracak kapasitede. Peki, bir gerçek var. 2014'te Ferrero Türkiye'ye gelmek durumunda mıydı? Yani Türkiye'nin burada bir yatırım avantajı mı olacaktı? Bu yabancı firma Türkiye'ye niye geldi? Bu neticede yabancı firma, ithalatçı. Nasıl bir katma değer verebilirdi? Gerçek olan bir şey vardı. 2014 senesinde Türkiye'deki yerli firmaların kapasitesi üretimin 3-4 misli, 5 misliydi. Rekolte 800 milyon kilo diyelim, ülkenin 4-5 milyar kilo fındık kıracak kapasitesi vardı. Fabrikacılarda sanayisi de vardı. Yani dışarıdan birinin gelip de burada üretim yapmasını gerektirecek bir teknolojik yoksunluk da yoktu. Bir yatırıma da gerek yok. Maalesef 658 milyon lira da devletten hibe aldı. Bu yatırımları yaptı. Ferrero’nun dünyada üretilen fındığın yarısından fazlasını işleme kabiliyeti var. Yani dünya rekortesinin neredeyse yarısına yakınını bu adam işliyor, çikolata yapıyor. Ferrero’nun bir dolarlık şekeri, bir dolarlık unu, iki dolarlık sütü fındık olmadan seksen dolar etmiyor. Bu ürünlerin içine %14-15 oranı neyse fındık katarak 80 dolara satıyor. Fındık dolgu maddesi, o olmadan hiçbir işe yaramıyor. Yani öz cümle bu firma için fındık olmazsa olmaz. Şimdi bu adam 2014 öncesi nasıl yapıyordu bu ticareti? Türkiye'deki yerleşik firmalardan alıyordu. Biz bu adama 50-60 senedir fındık satarız. Bu adam 2014'ten sonra ithalat politikasını değiştirdi. Geldi burada yerleşik oldu. Kabuklu fındık alımına başladı. Kabuklu fındık rekabetin başladığı yerdir. Rekabet ikisinin arasında. Müstahsil ile çikolatacı arasında rekabet oluşur. Arz talep dengesi belirler bunu. Yani kabuklu fındık üreticisini, müstahsil satanı ve çikolata yapanı. İkisi arasında biz buralarda geçişkeniz, köprüyüz. Herkes bir vazife yapıyor. Herkes bir katkıda bulunuyor. Ferrero Trabzon'da, Akçakoca'da ve Ordu'da tesis edindi. Şimdi bu adam burada kabuklu ticareti de yapmaya başladı. Fındığın rekabeti Kabuklu'yla başlar. Müstahsil ile çikolata imalatçısı arasındadır rekabet. Bizi fındığın fiyatı ticari olarak ilgilendirmiyor. Fındığın fiyatı üreteni ve de tüketeni ilgilendiriyor. Biz bunun dışında kalmalıyız. Biz ticaret yapıyoruz. Spikülatif işler yapmamamız lazım. Şimdi gelelim Ferrero’yu şikâyet konusuna. Rekabet egemenlik hakkıdır. Seneler önce Hacettepe Üniversitesi’nde Ekonomi’de okurken hocalarımız bize bunu öğretti. Tekrarlıyorum rekabet hukuku, egemenlik hakkıdır. Bu adam ne yapıyor? Dünyanın en büyük tüketicisi, çikolatacısı yani en çok fındık tüketen firması. Rekabetin son ayağı. Kimse kendine rekabet edemez. Bu insanın, firmaların doğasına aykırı, yapısına aykırı. En fazla tüketen geliyor burada en fazla kabukluyu alıyor. Yani kendine ihracatçı oluyor. Türkiye'de ihracatçı, dışarıda ithalatçı. Kendine alıyor, kendine satıyor. Yani bu 1-2 ton ya da 20-25 ton değil. Tonu çok fazla, Türkiye’nin rekoltesinin yarıdan fazlası. Yani burada rekabet kalmıyor, bitiyor. Tek düze oluyor. 2014 öncesine, sonrasına baksınlar. 2014 sonrası fındık 2 buçuk, 3 dolar arası gitti geldi. 450 bin ton fındık bu memlekette 2014'ten sonra 3 doları geçmedi. Niye? Çünkü rekabetin önü açılmadı. Geldi Türkiye’de oturdu sistemin başına. Eylül ayında 100 milyon kilo fındık aldı veya 50 bin ton fındık aldı koydu depoya. Fındık biraz yukarı çıkarken belki de bu 50 bin tonun 10 bin tonunu bitirdi piyasaya sattı. Fiyatın yükselmesini de engelledi. Çünkü adam tek başına oldu yani tek başına çift kale maç yapıyor. Kendiyle rekabet eder mi bir insan ya da firma? Kendisiyle rekabet etmeyeceğine göre fındıkta rekabeti kaldırdı. Doğru mu? Doğru. Peki. Olan kime oluyor? Şimdi üreticiye bakalım. Müstahsil üreten köylü burada rekabetten faydalanamıyor. Fındık olduğu sene fındık iki buçuk dolar ama üç doları geçmiyor. Eskiden böyle değildi. Fındık olmadığı zaman fındık beş dolar, altı dolar, on dolar olduğunu bilirim ben fındığın. Çünkü rekabetin önü açıktı. Buraya hâkim olamıyordu. Burada rekabet, fındığı fiyat anlamında yerine getiriyordu. Şimdi ne yapıyor? Rekabeti ortadan kaldırıyor. Yani bir kere köylüye bir zarar veriyor. Hadi köylü beni ilgilendirmiyor. Ziraat Odaları ve Borsalar boş işlerle uğraşacağına gitsin, köylüye sahip çıksın. İşin kötüsü Ziraat ve Ticaret Odaları ile Borsa’ların geçimi de fındıktan. Finansını da fındıkçı yapıyor. Benim fındık aldığım üreticilere müstahsil düzenliyorum. Bunun yüzdesini Ticaret Borsası’na ve Ticaret Odası’na yatırıyorum. Bu parayı köylü adına yatırıyorum, müstahsil adına. Peki neden, üreticinin haklarını korusunlar diye. Bunlar boş işler yapıyorlar, o da aynı bir terane. Onu da koy bir tarafa. Yani hiçbir fayda katma değer sağlamıyorlar. Yani şimdi bir şey söyleyeceğim, belki yanlış anlaşılacak; yiyorlar, içiyorlar, geziyorlar. Şimdi bu da bir gerçek. Ben o köylüden kesintileri sana yatırıyorum, sen onların parasını yiyorsun, içiyorsun. Ama bu tarafta hiç yoksun. Bu ne demektir. Ağam bizi eğlendiriyor... İş oraya dönüyor. Diyeceksin ki sana ne zararı var, sana ne köylüden. Bir anlamda bana ne köylüden. Köylü dediğim gibi Ticaret Borsası, Ziraat Odası bunlara baksınlar ve haklarını savunsunlar. Ama Ferrero’nun bana da zararı var. Ticaretime zararı var. Adam dünyanın sekizinci zengini. Finansında sorunu yok, faiz sorunu yok. Kâr marjı da çok yüksek, faiz de vermiyor. Geliyor benimle beraber fabrikacı oluyor. Peki, buraya bizimle fabrikacı yaptın, kabuklu fındık aldırdın. E ben ne olacağım? Yeni sezon başlayacak. Peki, fındık kaç lira? 200 lira. Adam ne yapacak? 210 lira diyecek bir gumbulu dolduracak. Bu 10 lira fark veriyor ya, bu gumbulu 50 bin ton, 100 bin ton neyse o gumbulu doldurunca rahatlıyor. O 10 lira farkı veriyor, koyuyor gumbula bir sene boyu aynı paradan ticaretini yaptırıyor. Bir sene boyu Türk parası aşağı yukarı fiyatlar aynı gidiyor. Dolar farkını da cebine indiriyor. Doğru mu? Yani dolar enflasyonu adama kalıyor. Bunda 200 lira diyelim örnekleme 200 lira, 210 lira, 220 lira diyecek belki. Alacak, stoklayacak, ondan sonra bırakacak, düşürecek, adamları alacak, adamları da gene buna verecek. Sonra adamları bırakacak, bir daha alacak, bu bırakacak, adamları alacak ama fiyatlar rekabet ortamında gelişmeyecek. Sistem bulmuş adam. Türkiye'de 10 tane adam bulmuş kendine. Türkiye'de 1000 tane ticaret yapan fındıkçı vardı. Fındık ticarethanesi olan var, irili ufaklı. Bu 900 küsur ticarethaneden adam beyaz gömlekli gibi seçiyor. 15-20 tane firma ve bunlarla işini görüyor. Kendi içine kapanık olduğu için rekabete de izin vermiyor. Bunlara diyor ki sen 5 lira fazla al diyor. 15 lira fazla alıyor, alıyor buna veriyor. Sonra da alma diyor, pat duruyor fındık tekrar düşüyor. Yani 12 ay rekabet yapmıyor fındıkta. Sadece bu değil, komşusu var burada, Ordu’da Progıda var. Bu daha büyük. Gerçekten çok büyük yani. Dünya devi bir firma. O da geldi. O da büyük firmalara tedarikçilik yapıyor. Ofi’den bahsediyorum. Progıda daha eski ismi. Ofi de piyasayı ayarlıyor. Onların adını alıyor. İkisi beraber uzatmayayım özcümle fındık üretiminin yüzde ellisinden fazlası iki firmanın imalatından geçiyor. Geri kalan dokuz yüz tane ticareti yapan adama yüzde kırkı kalıyor. Hani biz yerli ve milliydik! Milli ve yerli nerede? Gömleğini Ferrero giyiyor. Ofi giyiyor. Ticaretini onlar yapıyor, bizim adımız milli ve yerli oluyor öyle mi? Benim gücüm zaten yetmiyor ona. Beni eziyor çünkü çok güçlü. O finansı bedava buluyor, ben faiz veriyorum. Beni bitiriyor, geçiyor kabuklunun başına kendine alıyor, kendine satıyor. Rekabeti bitiriyor. Anlatabildim mi? Yani işin özgü bu. Biz bu durumu 5-6 fabrikacı arkadaş birlikte tartıştık, karar verdik. İş resmiyete girdi. Bu arkadaşlar dedi ki biz buna ticaret alıp veriyoruz. Sen kendin devam et. Biz arkandayız dediler… Arkanızdalar mı peki hala? Kaldı mı? Hepsi kayboldu. Hepsi çekip gittiler ya. Ben mücadeleye devam ettim. Neyse, bir avukat bulduk. Ordu Barosu’ndan Avukat Ali Mertan ile başladık mücadeleye. Çok yalnız kaldık bu süreçte ama firma olarak devam ettik. Allah razı olsun, Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Mehmet Hilmi Güler bir firma kurdu. Çünkü bu işin bir siyasi ağırlığı olmalıydı. Toplumsal konularda siyasetin yanında olması lazım. Siyasetin seni desteklemesi lazım. Yani tekrar Allah razı olsun belediye başkanından benim firmama iştirak etti. Ve bir karar aldırdık. Bilmiyorum en son durumdan haberiniz var mı? Rekabet kurumuna mahkeme şunları söyledi benim anladığım, “Bu firmanın kabuklu lisansını ve ihracat lisansını iptal et” dedi. Mahkeme, Rekabet Kurulu’na dedi ki; müşteki rekabet yapamıyor. Bunlarla baş edemiyor. Müşteki gibi onlarcası bu düzende geri kalıyor, eziliyor, sistemden çıkıyor dedi. Bu adamların hakkını koru dedi. Mahkeme kararı var. Şimdi bekliyoruz. Mahkeme Ferrero'ya tekrar bir yol haritası çiz dedi… Yol haritası ne olacak? İşte bekliyoruz. Bakalım neticesi ne olacak? Rekabet engelleniyor. Yani orantısız bir ticaret oluyor. Hem de çok orantısız. Yani paydaşların orantısızlığı dikkat çekiyor. Bir tarafta dünya devi firma diğer tarafta aynı işi yapmaya çalışan yerli ve milli firma. Rekabet bir haktır. Rekabet hukuku, egemenlik hakkıdır.   Ordu Büyükşehir Belediyesi ile ortak hareket etme süreci nasıl gelişti? Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Mehmet Hilmi Güler beni aradı. Büyükşehir Belediye Başkanı ile tanışıklığımız eskilere dayanır. Başkan Güler’in ailesi de fındıkçı sayılır, onların da fabrikaları bizimle aynı mahalledeydi. Neyse, aradı beni bir akşam ve meseleyi sordu. Anlattım, dedim ki; ben tek başıma bir yere kadar götürüyorum. Bundan sonrasında artık siyasetin de desteği lazım. Kabul etti, Allah razı olsun ORTAR firması ile müdahil oldular. Davayı buraya kadar getirdik. Fındık sanayicileri arasında bu süreç bir gerilime sebep oldu mu? Gerilimlik bir durum yok. Şimdi bu piyasadan nasiplenen, dedim ya sana, 1000'e yakın firma var. En küçüğünden en büyüğüne. Gelse dese ki, “Piyasadan herkesten alacağım, rekabetin önünü açacağım.” Dese, başımın üstüne. Nokta atışı yapıyor. Bin ticaretçiden 15-20 tane buluyor. Bu kadar firmayla çalışıyor. Diğerlerini yok sayıyor.  Diğer firmaları yok sayınca rekabet olmuyor. Çünkü bu fındığı zaten bu adam alıyor. Rekabet olmayınca da yazık, zavallı köylü iki buçuk dolara, üç dolara fındık satıyor. Ne yapayım ben? Yani beni çok ilgilendirmiyor aslında. Yani beni ilgilendiren rekabette biz bitiyoruz. Bizi yönetenler desinler ki, “Arkadaş bu adamlar çok büyük. Artık fındık ticaretinin önüne geçtiler. Yazık günah emeğinize, sermayenize, piyasanıza, paranıza. Gel, sen bu işi bitir” desinler. Başım üstüne kapatırım hemen. Fabrikamı alırsa alır, almazsa yıkar bina yaparım. Ama bana desin. Bu adamlara Türkiye Cumhuriyeti Devleti 658 Milyon TL hibe verdi. Yatırım indirimi adı altında. Yazık günahtır. Ya bizim ticaretimize son versin, onu kapatamıyorsa da gücü yetmiyorsa da bizi kapatsın. Ya da bize ezdirmesin. Fındık’ta stok affını hırsızlık olarak değerlendirdiniz. Niçin böyle düşünüyorsunuz? Hırsızlık, doğru söylemişim. Fındıkta stok affı nedir? Ne zamandan beri uygulanıyor? Bunu piyasada muhtemelen muhtemel zararları nelerdir? Ne oranda kullanılmaktadır? Ve stok affı dolayısıyla fındıkta gerçek kraliçeyi öğrenmek mümkün olabiliyor mu? Stok affı sadece fındık için çıkmadı. Stok affı madenler, altınlar için çıktı. Daha büyük cürolara çıktı. Stok affını Borsa ve Ticaret odasındaki iş bilmez yöneticiler, torba yasanın içine koymuşlar. Bu pakette fındıkta %2.1 stopaj vergisi vardır. Uzun senelerden beri %1 KDV, %2’de stopajı var zaten. Müstahsil öder bunu. Ben müstahsil yaparım ve bunu üreticiden keserim. Her ayın 24'ünde götürür, maliyeye yatırırım. Bunun içinden de bir miktarı Borsa’ya, Ticaret Odası’na aidat verilir. Peki neden? Müstahsil’in haklarını korusunlar diye. Bunlar tam tersini yapıyor. 3 sene önce Mayıs ayında bir kanun çıktı. Ben de dilekçe yazdım, ”Fındık ticareti yapıyorum. Bende 5 milyon kilogram fındık var... Bu fındığın faturası yok.” diye müracat ediyoruz. Peki, ne yapar 5 milyon kilo? O zamanlar fındık 100 liraydı. Ne yapar 5 milyon; 500 trilyon… 500 trilyonun binde beşini devlete peşin yatırıyorsun. Yüzde iki buçuğunu cebine atıyorsun. Müstahsilden yine kesiyorsun cebine atıyorsun. Devlet sana diyor ki; “sen hırsızlık yaptın. Bana binde beş ver” diyor. Yüzde ikisini sen yap. Vergiden oluyor. Adamın bir kilo fındığı yok. On milyon kilo fındığım var dedi. Binde beş artırdı. Bazıları kâğıt fatura sattı ve onlarcası var böyle. Ben iki nokta bir vergi ödedim. Müstahsilden fındık aldım. Yani iki nokta birini ödedim. O da fındık aldı, o binde beşini ödedi. Yüzde iki dedi, iki bin lira yaptı, geldi gene benim rekabetimi engelledi. Ulan madem hırsızlık yapıyor, devlet izin vermiş, yolunu bul ama bana zarar verme. Rekabetimi engelleme. Bir de şimdi Ferero’yu rekabet olarak önüme koydu. Birçok firma da doğru olmayan ibrazda bulundu. Bir tane denetleme bile yapılmadı...   Piyasasının bildiğiniz üzere çok uzun süredir varlığını sürdüren bir uygulaması var yani emanet sistemi. Bu sistemin işleyişine dair neler söylemek istersiniz? Şimdi emanet sistemi, kültür sistemidir. Bu fındıkçılık var olduğundan beri süre gelen bir sistem. Fındık kültürünün içinde vardır. Müstahsil’in depolama kabiliyeti yok. Köylününde böyle bir yeteneği yok. Köylüde böyle bir düzen yok. Emaneti ne yapacak, evine mi koyacak? Bunun da halledilmesi lazım ama kim halledecek ki, Sarı Çizmeli Mehmet Ağa mı? Ziraat Odaları veya Borsalar mı yapacak? Bunlar büyük işler, beceremezler. Bunlar ancak çıkarlar sosyal medyaya demeç verirler, bir de özel arabalarla gider, gelirler. Depolama sorununu halledemediler. Gördüğümüz kadarıyla Manavlar kendilerine gelen emaneti emanet olarak fabrikalara aktarıyor. Bu noktada emanetin riski kırma fabrikalarında yoğunlaşıyor gibi gözüküyor. Maalesef bazen bu emanetler sisteme giriyor. Haksız rekabete sebep oluyor. Yani fiyat beklentisini yıkıyor. Sisteme girmese güzel ama sisteme giriyor. Girince de rekabeti bu da engelliyor. Fiyatı yıkıyor, baskı yapıyor. İçinde bulunduğumuz yeni sezonda devam eden rekolte tahmini ve sezon içinde fındığın ulaşabileceği fiyat düzeylerine dair ne söylemek istersiniz? Tartışmaların başında bilimsel olmak lazım. Bir gerçeklik var. İhracatçılar Birliği’nin son yirmi senesinin ortalamasına baktığınız zaman rekolte tahminlerinin büyük bir oranda tuttuğunu görüyorsunuz. Son beş seneye bakın. Geçen sene 700 küsur dediler, çıktı. Ondan önce ne dediler, çıktı. %5 sapmıyor bu adamların rekoltesi. Genelde de söylediklerinin de üstünde çıkıyor. Bu adamlar rekoltede tutturuyor. Şimdi gelelim devlet tarafına. Yani ne diyeceğim ben, 10 kilo fındığa 8 kg diyorsun. Tamam, 8 kg da, 7 de. Bunu ne kadar gizleyeceksin? Bence gerçeğin üzerinden değerlendirseler daha güzel olur. Fındığı saklayarak fındığın parasını, fiyatını arttıramazsınız.  
Ferrero’ya açtığı dava ile adından sıkça söz ettiren ve Ordu’nun en eski fındık fabrikalarından birisi olan Yürür Gıda’nın yöneticisi Nejat Yürür ile Ordu’daki işletmelerinde bir araya geldik. Dünya markası Ferrero ile neden karşı karşıya geldiklerini ve yaşadıkları dava sürecini konuştuk. Yeni sezonun başlamasıyla birlikte canlanmaya başlayan fabrika telaşesenin tam da ortasındayken bizleri kırmayıp Salt Fındık Gazetesi için sorularımızı yanıtladı.

Türkiye’de çeşitli iştirakleri olan Ferrero'ya haksız rekabet yaptığı yönünde dava açtınız. Dava açan iki kurumdan birisi sizsiniz, diğer firma ise Ordu Büyükşehir Belediyesi adına ORTAR oldu. Fındık sektöründe tekelleşmeye yönelik tek başınıza bir donkişotluk yapıyorsunuz, yaptınız. Ferrero’yu Rekabet Kurulu'na neden şikâyet ettiniz, Ferrero’ya yönelik eleştirileriniz ve şikâyet konunuz nedir?

Ferrero'nun dedesi ikici dünya savaşı zamanında el arabasında fındık ezmesi, çikolata satarak Ferrero’yu kuruyor... Bugün Ferrero denilen firma dünyanın ilk 8 zengin ailesi arasında. Bunda mutabıkız. Peki, Ferrero Türkiye’de nasıl ticaret yapıyordu? 2014 öncesi ve sonrası diye ayırabiliriz. 2014 öncesi Türkiye'den ithalat yapıyordu. Türkiye'nin ticaretine karışmıyordu. Burada iç rekabet işliyordu. Fındık düşüyordu, çıkıyordu ayrı bir şey. Rekabet şeklinde yürüyordu ticaret. 2014'te Oltan firmasını satın aldı. Oltan’ı satın almasındaki en büyük neden de kabuklu fındık erişiminde çok başarılı olmasıydı. Trabzon’dan düşün ki ahtapot kolları gibi Türkiye’nin her tarafından kabuklu fındık alma kabiliyetine sahip. Böyle bir firmayı hem de değerinin çok üstünde bir fiyata satın aldı. Peki, neden aldı sizce? Çünkü o ahtapot kolları gibi tüm Türkiye’yi sarmış, köylüye yani müstahsile kadar ulaşabiliyordu. Türkiye'deki manav sistemine hâkimdi. Bu sistemi ele geçirmek için Oltan firmasını satın aldı. Oltan firmasının teknolojisini değil, piyasasını satın aldı, altyapısını satın aldı.

Oltan’ı satın alarak Türkiye'de yerleşik düzene girdi. Ordu'da bir fabrika, Trabzon'da bir fabrika, Akçakoca'da bir fabrika. Üç tane fabrika edindi. Bu üç fabrikanın aşağı yukarı kapasitesi Türkiye'nin fındığını kıracak kapasiteye ulaştı. Yani Oltan'ın elindeki fabrikalar Türkiye'nin fındığını kıracak kapasitede. Peki, bir gerçek var. 2014'te Ferrero Türkiye'ye gelmek durumunda mıydı? Yani Türkiye'nin burada bir yatırım avantajı mı olacaktı? Bu yabancı firma Türkiye'ye niye geldi? Bu neticede yabancı firma, ithalatçı. Nasıl bir katma değer verebilirdi? Gerçek olan bir şey vardı. 2014 senesinde Türkiye'deki yerli firmaların kapasitesi üretimin 3-4 misli, 5 misliydi. Rekolte 800 milyon kilo diyelim, ülkenin 4-5 milyar kilo fındık kıracak kapasitesi vardı. Fabrikacılarda sanayisi de vardı. Yani dışarıdan birinin gelip de burada üretim yapmasını gerektirecek bir teknolojik yoksunluk da yoktu. Bir yatırıma da gerek yok. Maalesef 658 milyon lira da devletten hibe aldı. Bu yatırımları yaptı. Ferrero’nun dünyada üretilen fındığın yarısından fazlasını işleme kabiliyeti var. Yani dünya rekortesinin neredeyse yarısına yakınını bu adam işliyor, çikolata yapıyor.

Ferrero’nun bir dolarlık şekeri, bir dolarlık unu, iki dolarlık sütü fındık olmadan seksen dolar etmiyor. Bu ürünlerin içine %14-15 oranı neyse fındık katarak 80 dolara satıyor. Fındık dolgu maddesi, o olmadan hiçbir işe yaramıyor. Yani öz cümle bu firma için fındık olmazsa olmaz. Şimdi bu adam 2014 öncesi nasıl yapıyordu bu ticareti? Türkiye'deki yerleşik firmalardan alıyordu. Biz bu adama 50-60 senedir fındık satarız. Bu adam 2014'ten sonra ithalat politikasını değiştirdi. Geldi burada yerleşik oldu. Kabuklu fındık alımına başladı. Kabuklu fındık rekabetin başladığı yerdir. Rekabet ikisinin arasında. Müstahsil ile çikolatacı arasında rekabet oluşur. Arz talep dengesi belirler bunu. Yani kabuklu fındık üreticisini, müstahsil satanı ve çikolata yapanı. İkisi arasında biz buralarda geçişkeniz, köprüyüz. Herkes bir vazife yapıyor. Herkes bir katkıda bulunuyor. Ferrero Trabzon'da, Akçakoca'da ve Ordu'da tesis edindi. Şimdi bu adam burada kabuklu ticareti de yapmaya başladı. Fındığın rekabeti Kabuklu'yla başlar. Müstahsil ile çikolata imalatçısı arasındadır rekabet. Bizi fındığın fiyatı ticari olarak ilgilendirmiyor. Fındığın fiyatı üreteni ve de tüketeni ilgilendiriyor. Biz bunun dışında kalmalıyız. Biz ticaret yapıyoruz. Spikülatif işler yapmamamız lazım. Şimdi gelelim Ferrero’yu şikâyet konusuna. Rekabet egemenlik hakkıdır. Seneler önce Hacettepe Üniversitesi’nde Ekonomi’de okurken hocalarımız bize bunu öğretti. Tekrarlıyorum rekabet hukuku, egemenlik hakkıdır.

Bu adam ne yapıyor? Dünyanın en büyük tüketicisi, çikolatacısı yani en çok fındık tüketen firması. Rekabetin son ayağı. Kimse kendine rekabet edemez. Bu insanın, firmaların doğasına aykırı, yapısına aykırı. En fazla tüketen geliyor burada en fazla kabukluyu alıyor. Yani kendine ihracatçı oluyor. Türkiye'de ihracatçı, dışarıda ithalatçı. Kendine alıyor, kendine satıyor.

Yani bu 1-2 ton ya da 20-25 ton değil. Tonu çok fazla, Türkiye’nin rekoltesinin yarıdan fazlası. Yani burada rekabet kalmıyor, bitiyor. Tek düze oluyor. 2014 öncesine, sonrasına baksınlar. 2014 sonrası fındık 2 buçuk, 3 dolar arası gitti geldi. 450 bin ton fındık bu memlekette 2014'ten sonra 3 doları geçmedi. Niye? Çünkü rekabetin önü açılmadı. Geldi Türkiye’de oturdu sistemin başına. Eylül ayında 100 milyon kilo fındık aldı veya 50 bin ton fındık aldı koydu depoya. Fındık biraz yukarı çıkarken belki de bu 50 bin tonun 10 bin tonunu bitirdi piyasaya sattı. Fiyatın yükselmesini de engelledi. Çünkü adam tek başına oldu yani tek başına çift kale maç yapıyor. Kendiyle rekabet eder mi bir insan ya da firma? Kendisiyle rekabet etmeyeceğine göre fındıkta rekabeti kaldırdı. Doğru mu? Doğru. Peki. Olan kime oluyor?

Şimdi üreticiye bakalım. Müstahsil üreten köylü burada rekabetten faydalanamıyor. Fındık olduğu sene fındık iki buçuk dolar ama üç doları geçmiyor. Eskiden böyle değildi. Fındık olmadığı zaman fındık beş dolar, altı dolar, on dolar olduğunu bilirim ben fındığın. Çünkü rekabetin önü açıktı. Buraya hâkim olamıyordu. Burada rekabet, fındığı fiyat anlamında yerine getiriyordu. Şimdi ne yapıyor? Rekabeti ortadan kaldırıyor. Yani bir kere köylüye bir zarar veriyor. Hadi köylü beni ilgilendirmiyor. Ziraat Odaları ve Borsalar boş işlerle uğraşacağına gitsin, köylüye sahip çıksın. İşin kötüsü Ziraat ve Ticaret Odaları ile Borsa’ların geçimi de fındıktan. Finansını da fındıkçı yapıyor. Benim fındık aldığım üreticilere müstahsil düzenliyorum. Bunun yüzdesini Ticaret Borsası’na ve Ticaret Odası’na yatırıyorum. Bu parayı köylü adına yatırıyorum, müstahsil adına. Peki neden, üreticinin haklarını korusunlar diye. Bunlar boş işler yapıyorlar, o da aynı bir terane. Onu da koy bir tarafa. Yani hiçbir fayda katma değer sağlamıyorlar. Yani şimdi bir şey söyleyeceğim, belki yanlış anlaşılacak; yiyorlar, içiyorlar, geziyorlar. Şimdi bu da bir gerçek. Ben o köylüden kesintileri sana yatırıyorum, sen onların parasını yiyorsun, içiyorsun. Ama bu tarafta hiç yoksun. Bu ne demektir. Ağam bizi eğlendiriyor... İş oraya dönüyor. Diyeceksin ki sana ne zararı var, sana ne köylüden. Bir anlamda bana ne köylüden. Köylü dediğim gibi Ticaret Borsası, Ziraat Odası bunlara baksınlar ve haklarını savunsunlar. Ama Ferrero’nun bana da zararı var. Ticaretime zararı var. Adam dünyanın sekizinci zengini. Finansında sorunu yok, faiz sorunu yok. Kâr marjı da çok yüksek, faiz de vermiyor. Geliyor benimle beraber fabrikacı oluyor. Peki, buraya bizimle fabrikacı yaptın, kabuklu fındık aldırdın. E ben ne olacağım?

Yeni sezon başlayacak. Peki, fındık kaç lira? 200 lira. Adam ne yapacak? 210 lira diyecek bir gumbulu dolduracak. Bu 10 lira fark veriyor ya, bu gumbulu 50 bin ton, 100 bin ton neyse o gumbulu doldurunca rahatlıyor. O 10 lira farkı veriyor, koyuyor gumbula bir sene boyu aynı paradan ticaretini yaptırıyor. Bir sene boyu Türk parası aşağı yukarı fiyatlar aynı gidiyor. Dolar farkını da cebine indiriyor. Doğru mu? Yani dolar enflasyonu adama kalıyor. Bunda 200 lira diyelim örnekleme 200 lira, 210 lira, 220 lira diyecek belki. Alacak, stoklayacak, ondan sonra bırakacak, düşürecek, adamları alacak, adamları da gene buna verecek. Sonra adamları bırakacak, bir daha alacak, bu bırakacak, adamları alacak ama fiyatlar rekabet ortamında gelişmeyecek. Sistem bulmuş adam. Türkiye'de 10 tane adam bulmuş kendine. Türkiye'de 1000 tane ticaret yapan fındıkçı vardı. Fındık ticarethanesi olan var, irili ufaklı. Bu 900 küsur ticarethaneden adam beyaz gömlekli gibi seçiyor. 15-20 tane firma ve bunlarla işini görüyor. Kendi içine kapanık olduğu için rekabete de izin vermiyor. Bunlara diyor ki sen 5 lira fazla al diyor. 15 lira fazla alıyor, alıyor buna veriyor. Sonra da alma diyor, pat duruyor fındık tekrar düşüyor. Yani 12 ay rekabet yapmıyor fındıkta. Sadece bu değil, komşusu var burada, Ordu’da Progıda var. Bu daha büyük. Gerçekten çok büyük yani. Dünya devi bir firma. O da geldi. O da büyük firmalara tedarikçilik yapıyor. Ofi’den bahsediyorum. Progıda daha eski ismi. Ofi de piyasayı ayarlıyor. Onların adını alıyor. İkisi beraber uzatmayayım özcümle fındık üretiminin yüzde ellisinden fazlası iki firmanın imalatından geçiyor. Geri kalan dokuz yüz tane ticareti yapan adama yüzde kırkı kalıyor. Hani biz yerli ve milliydik! Milli ve yerli nerede? Gömleğini Ferrero giyiyor. Ofi giyiyor. Ticaretini onlar yapıyor, bizim adımız milli ve yerli oluyor öyle mi? Benim gücüm zaten yetmiyor ona. Beni eziyor çünkü çok güçlü. O finansı bedava buluyor, ben faiz veriyorum. Beni bitiriyor, geçiyor kabuklunun başına kendine alıyor, kendine satıyor. Rekabeti bitiriyor. Anlatabildim mi? Yani işin özgü bu. Biz bu durumu 5-6 fabrikacı arkadaş birlikte tartıştık, karar verdik. İş resmiyete girdi. Bu arkadaşlar dedi ki biz buna ticaret alıp veriyoruz. Sen kendin devam et. Biz arkandayız dediler…



Arkanızdalar mı peki hala?

Kaldı mı? Hepsi kayboldu. Hepsi çekip gittiler ya. Ben mücadeleye devam ettim. Neyse, bir avukat bulduk. Ordu Barosu’ndan Avukat Ali Mertan ile başladık mücadeleye. Çok yalnız kaldık bu süreçte ama firma olarak devam ettik. Allah razı olsun, Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Mehmet Hilmi Güler bir firma kurdu. Çünkü bu işin bir siyasi ağırlığı olmalıydı. Toplumsal konularda siyasetin yanında olması lazım. Siyasetin seni desteklemesi lazım. Yani tekrar Allah razı olsun belediye başkanından benim firmama iştirak etti. Ve bir karar aldırdık. Bilmiyorum en son durumdan haberiniz var mı? Rekabet kurumuna mahkeme şunları söyledi benim anladığım, “Bu firmanın kabuklu lisansını ve ihracat lisansını iptal et” dedi.

Mahkeme, Rekabet Kurulu’na dedi ki; müşteki rekabet yapamıyor. Bunlarla baş edemiyor. Müşteki gibi onlarcası bu düzende geri kalıyor, eziliyor, sistemden çıkıyor dedi. Bu adamların hakkını koru dedi. Mahkeme kararı var. Şimdi bekliyoruz. Mahkeme Ferrero'ya tekrar bir yol haritası çiz dedi… Yol haritası ne olacak? İşte bekliyoruz. Bakalım neticesi ne olacak?

Rekabet engelleniyor. Yani orantısız bir ticaret oluyor. Hem de çok orantısız. Yani paydaşların orantısızlığı dikkat çekiyor. Bir tarafta dünya devi firma diğer tarafta aynı işi yapmaya çalışan yerli ve milli firma. Rekabet bir haktır. Rekabet hukuku, egemenlik hakkıdır.
 

Ordu Büyükşehir Belediyesi ile ortak hareket etme süreci nasıl gelişti?

Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Mehmet Hilmi Güler beni aradı. Büyükşehir Belediye Başkanı ile tanışıklığımız eskilere dayanır. Başkan Güler’in ailesi de fındıkçı sayılır, onların da fabrikaları bizimle aynı mahalledeydi. Neyse, aradı beni bir akşam ve meseleyi sordu. Anlattım, dedim ki; ben tek başıma bir yere kadar götürüyorum. Bundan sonrasında artık siyasetin de desteği lazım. Kabul etti, Allah razı olsun ORTAR firması ile müdahil oldular. Davayı buraya kadar getirdik.

Fındık sanayicileri arasında bu süreç bir gerilime sebep oldu mu?

Gerilimlik bir durum yok. Şimdi bu piyasadan nasiplenen, dedim ya sana, 1000'e yakın firma var. En küçüğünden en büyüğüne. Gelse dese ki, “Piyasadan herkesten alacağım, rekabetin önünü açacağım.” Dese, başımın üstüne. Nokta atışı yapıyor. Bin ticaretçiden 15-20 tane buluyor. Bu kadar firmayla çalışıyor. Diğerlerini yok sayıyor.  Diğer firmaları yok sayınca rekabet olmuyor. Çünkü bu fındığı zaten bu adam alıyor. Rekabet olmayınca da yazık, zavallı köylü iki buçuk dolara, üç dolara fındık satıyor. Ne yapayım ben? Yani beni çok ilgilendirmiyor aslında. Yani beni ilgilendiren rekabette biz bitiyoruz.

Bizi yönetenler desinler ki, “Arkadaş bu adamlar çok büyük. Artık fındık ticaretinin önüne geçtiler. Yazık günah emeğinize, sermayenize, piyasanıza, paranıza. Gel, sen bu işi bitir” desinler. Başım üstüne kapatırım hemen. Fabrikamı alırsa alır, almazsa yıkar bina yaparım. Ama bana desin. Bu adamlara Türkiye Cumhuriyeti Devleti 658 Milyon TL hibe verdi. Yatırım indirimi adı altında. Yazık günahtır. Ya bizim ticaretimize son versin, onu kapatamıyorsa da gücü yetmiyorsa da bizi kapatsın. Ya da bize ezdirmesin.

Fındık’ta stok affını hırsızlık olarak değerlendirdiniz. Niçin böyle düşünüyorsunuz?

Hırsızlık, doğru söylemişim. Fındıkta stok affı nedir? Ne zamandan beri uygulanıyor? Bunu piyasada muhtemelen muhtemel zararları nelerdir? Ne oranda kullanılmaktadır? Ve stok affı dolayısıyla fındıkta gerçek kraliçeyi öğrenmek mümkün olabiliyor mu?

Stok affı sadece fındık için çıkmadı. Stok affı madenler, altınlar için çıktı. Daha büyük cürolara çıktı. Stok affını Borsa ve Ticaret odasındaki iş bilmez yöneticiler, torba yasanın içine koymuşlar. Bu pakette fındıkta %2.1 stopaj vergisi vardır. Uzun senelerden beri %1 KDV, %2’de stopajı var zaten. Müstahsil öder bunu. Ben müstahsil yaparım ve bunu üreticiden keserim. Her ayın 24'ünde götürür, maliyeye yatırırım. Bunun içinden de bir miktarı Borsa’ya, Ticaret Odası’na aidat verilir. Peki neden? Müstahsil’in haklarını korusunlar diye. Bunlar tam tersini yapıyor.

3 sene önce Mayıs ayında bir kanun çıktı. Ben de dilekçe yazdım, ” Fındık ticareti yapıyorum. Bende 5 milyon kilogram fındık var... Bu fındığın faturası yok.” diye müracat ediyoruz. Peki, ne yapar 5 milyon kilo? O zamanlar fındık 100 liraydı. Ne yapar 5 milyon; 500 trilyon… 500 trilyonun binde beşini devlete peşin yatırıyorsun. Yüzde iki buçuğunu cebine atıyorsun. Müstahsilden yine kesiyorsun cebine atıyorsun. Devlet sana diyor ki; “sen hırsızlık yaptın. Bana binde beş ver” diyor. Yüzde ikisini sen yap. Vergiden oluyor. Adamın bir kilo fındığı yok. On milyon kilo fındığım var dedi. Binde beş artırdı. Bazıları kâğıt fatura sattı ve onlarcası var böyle. Ben iki nokta bir vergi ödedim. Müstahsilden fındık aldım. Yani iki nokta birini ödedim. O da fındık aldı, o binde beşini ödedi. Yüzde iki dedi, iki bin lira yaptı, geldi gene benim rekabetimi engelledi. Ulan madem hırsızlık yapıyor, devlet izin vermiş, yolunu bul ama bana zarar verme. Rekabetimi engelleme. Bir de şimdi Ferero’yu rekabet olarak önüme koydu. Birçok firma da doğru olmayan ibrazda bulundu. Bir tane denetleme bile yapılmadı...

 


Piyasasının bildiğiniz üzere çok uzun süredir varlığını sürdüren bir uygulaması var yani emanet sistemi. Bu sistemin işleyişine dair neler söylemek istersiniz?

Şimdi emanet sistemi, kültür sistemidir. Bu fındıkçılık var olduğundan beri süre gelen bir sistem. Fındık kültürünün içinde vardır. Müstahsil’in depolama kabiliyeti yok. Köylününde böyle bir yeteneği yok. Köylüde böyle bir düzen yok. Emaneti ne yapacak, evine mi koyacak? Bunun da halledilmesi lazım ama kim halledecek ki, Sarı Çizmeli Mehmet Ağa mı? Ziraat Odaları veya Borsalar mı yapacak? Bunlar büyük işler, beceremezler. Bunlar ancak çıkarlar sosyal medyaya demeç verirler, bir de özel arabalarla gider, gelirler. Depolama sorununu halledemediler.

Gördüğümüz kadarıyla Manavlar kendilerine gelen emaneti emanet olarak fabrikalara aktarıyor. Bu noktada emanetin riski kırma fabrikalarında yoğunlaşıyor gibi gözüküyor.

Maalesef bazen bu emanetler sisteme giriyor. Haksız rekabete sebep oluyor. Yani fiyat beklentisini yıkıyor. Sisteme girmese güzel ama sisteme giriyor. Girince de rekabeti bu da engelliyor. Fiyatı yıkıyor, baskı yapıyor.

İçinde bulunduğumuz yeni sezonda devam eden rekolte tahmini ve sezon içinde fındığın ulaşabileceği fiyat düzeylerine dair ne söylemek istersiniz?


Tartışmaların başında bilimsel olmak lazım. Bir gerçeklik var. İhracatçılar Birliği’nin son yirmi senesinin ortalamasına baktığınız zaman rekolte tahminlerinin büyük bir oranda tuttuğunu görüyorsunuz. Son beş seneye bakın. Geçen sene 700 küsur dediler, çıktı. Ondan önce ne dediler, çıktı. %5 sapmıyor bu adamların rekoltesi. Genelde de söylediklerinin de üstünde çıkıyor. Bu adamlar rekoltede tutturuyor. Şimdi gelelim devlet tarafına. Yani ne diyeceğim ben, 10 kilo fındığa 8 kg diyorsun. Tamam, 8 kg da, 7 de. Bunu ne kadar gizleyeceksin? Bence gerçeğin üzerinden değerlendirseler daha güzel olur. Fındığı saklayarak fındığın parasını, fiyatını arttıramazsınız.

 

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve saltkaradeniz.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.